Ütopya...

En son yazımı yazmamın üzerinden  yaklaşık olarak 2,5 ay geçmiş ve ben bütün bir yazın yorgunluğunu ayaklarımda hissederek ve beni bu süre içerisinde oyalayarak odağımdan uzaklaştıran konulardan ancak sıyrılabilmiştim.

Bu yazının yazılmasına karar verdiğim o anda, daha önce hiç deneyimlemediğim bir Ağustos soğuğu ve sert bir rüzgara uyum sağlamaya çalışarak, büyüleyici bir masalın oyuncusu gibi, biraz sarı ama daha çok kahverengi ve yeşil bir halının üzerinde, ayağa yeni kalkmış ve ilk adımlarını atan bir çocuğun şaşkın ifadesi ile yürüyordum.

002.jpg

Bastığım yerin beni her an yutacağı hissi her yanımı kaplıyor ama bu halıda yürümeye devam etmekten de kendimi alıkoyamıyordum. Eşim ve ben bu yürüyüşü hem şaşkın ve hem de hayranlıkla dakikalarca sürdürdük.

 

Uzaktan bakıldığı zaman kilometrelerce uzanan ve yere dinlenmek için inmiş yeşil bir bulutu anımsatmasına ve yarattığı ışık ve gölge oyunları ile kendisine bir derinlik kazandırabilen bu yosun ormanı, içine çektiği derinliğinde bana Comte ve More’u anımsatınca düşüncelerimde bir ütopyanın filizlendiğini fark ettim,  ya da kendi ütopyamda yürüdüğümü.

download.jpg

Sosyolojinin kurucusu olarak bilinen Auguste Comte (1798-1857), Katolik bir ailenin çocuğu olarak  Fransa’da doğmuş olmasına karşın, tüm gençlik yılları taze Fransız devriminin özgürlük ve hürriyet kokan ilk yıllarında geçtiği için olmalı,  sorularını üst üste ve durmadan sormuştu; hayata ve hayatın her alanına. Belki de bu nedenle, hem sosyolog ve hem de matematikçi olabilmeyi de başarabilmişti. Sosyolojinin diğer bilim dalları gibi bir dal olacağına olan inancından yola çıkarak,  tezini toplum kuralları üzerine doğru cesurca savurmuştu. Doğal olarak gücünü de üzerinde ayrıca çalıştığı pozitif düşünce felsefesinden alıyordu.

Comte yaşadığı dönemin bilim merdivenini altı basamaklı olarak öngörmüş, matematik, astronomi, fizik, kimya, fizyoloji basamaklarının en üstüne sosyolojiyi yerleştirmiş ve toplumun geleceğine ilişkin kuramlarını ve hayallerini bir bilimselliğe dayayarak inşa etmeye çalışmıştır.

Onun toplumsal şeması doğal olarak 19.yüzyıla özgüydü ve aydınlanma etkisi altındaydı. Tüm insanlığın aynı tarihsel aşamalardan ( teoloji, metafizik, pozitif bilimler) geçtiğine inanıyor ve bu gelişimin kavranmasının, tüm toplumsal hastalıkların çare arayışlarına cevap bulabileceğine inanıyordu. Bu nedenle “toplum bilim”, bilimlerin kraliçesi olarak en üst bilgi basamağında yer almalıydı.

images.jpg

Üzerinde yürüdüğüm halının nasıl Comte’a  ulaştığını merak edenler, biraz daha bekleyecek ve onun sıra dışı düşünü de hatırlamak durumunda kalacaklar.

İnsanlığın geleceğine ilişkin en çılgın, sınırsız, koşulsuz ve baskısız öngörüleri ve daha ziyade hayalleri kuramsallaştırmak sadece Comte’un döneminde değil, bugün bile bir çok zorluğu içermekte. Yeni toplum biçimi öngören ve bunu yaparken de hakim kurumların ayağına basan tüm tezler, karşısına kendilerinden daha güçlü ve yerleşmiş antitezler almakta olduklarından kolaylıkla bir senteze ulaşamamışlar ve “sapkın” düşünce seviyesine hapsedilmişlerdir.  Gerçekten hür ve özgür insan aklı, toplum yaşamının geleceğine ilişkin arayışlarını, özgürlüğün daha kabul edilebilir olduğu edebiyat ve sinema gibi alanlarda yürütebilmiştir.

Ütopyaya ve ütopik düşünmeye yapıştırılan yaftanın temelinde, geleceğe ilişkin arayışlardan duyulan rahatsızlık ve mevcut düzenin sorgulanması yatıyor olduğundan, gelecekçilik (fütürizm) ve ütopyacılık,  tutucu ve kalıplaşmış dünya düzeninde asla sevilmez.

Akropolis_by_Leo_von_Klenze.jpg

Gelecek nasıl olmalı?” sorusunu 2400 sene önce ilk soranlardan biri olan Platon, “Devlet” i yazarken, büyük bir bölümü bugün geçerli olan ideal sistemi, geleceğin toplumunu tanımlamaya çalışıyordu. Eğitim, hukuk ve yönetim öngörüleri o zaman için aykırı olsa da, kendi ütopyasını resmediyordu.  

Milattan önce 400 yıllarındaki Platon’un ütopyası kısmen 21.yüzyılda hayat bulabilmişken, doğal olarak Comte’un ütopyasının daha çok beklemesi gerekiyor. 

Alışılmış düzenin veya hayallerin ötesindeki her buluşma, işte bu nedenle bana hep bir “versiyon atlamışlık” hissi verip sanki ütopyama yaklaştığımı bana düşündürüyor. Belki de bu yeşil halı bu nedenle bana hiç yaşamadığım hisleri yaşattı ve hiç bilmediğim kapıları açtı. Bana sadece içinden geçmek ve anlamaya çalışmak kalmıştı.

Eşimle birlikte, çok uzun bir süre önce başladık hayallerimizdeki İzlanda seyahatini düşünmeye ve planlamaya. Alışılmadık bir coğrafya, farklı bir tatil, değişik ve daha önce hiç deneyimlemediğimiz bir ortam hayali, öncesinde fazlasıyla bizi kendisine hazırladıysa da; İzlanda, kalbimizdeki yeri fazlasıyla hak ettiğini bize öyle bir ispat etti ki, kelimelere dökmek oldukça zor.

İnsan için, dünya üzerindeki en zor yaşam koşullarını bir araya getirmesi yetmezmiş gibi ada, başlı başına bir coğrafya dersi gibi. Kitaplarda okuduğumuz tüm yeryüzü şekilleri ve coğrafya terimlerini bir arada bulabiliyor; üstelik de iklimin, rüzgarın, denizin, dalganın en acımasız ve soğuğu ile paketleniyorsunuz.

Alıştığımız şehirler ve ülkelerde ki paradigma, orada yerini bambaşka bir düzene bırakıyor ve medeniyet, özgürlük, sınırsızlık sizi, kendiniz ile yüzleşeceğiniz deneyimlere doğru arkanızdan ittiriyor. Çok sevdiğimiz “Game of Thrones” dizisinin platolarında kendinizi çağın tamamen dışında ve geçerli kuralların çok uzağında hissedebiliyorsunuz.

İşte bu nedenle volkanik lavların üzerinde zamanla oluşan yosun tabakası önümüze ve ufkumuza bir halı gibi serildiğinde, insanın çok kararlı ve arzulu adımlarla sanki ütopyasına varmak istermiş gibi yürüyesi geliyor. Aklının hiçbir köşesinde, bir anlık olsun, izi bile kalmıyor kaygı ve endişelerin. Akışa geçiyor...

Tohumu havadan uçarak gelmiş olan ve üzerine düştüğü volkanik taşa kökleri olmadan tutunmayı başarabilmiş 600 yosun türünden bir tanesi olan “woolly fringe-moss” (tercüme etmeyi aklımdan bile geçirmedim, çünkü o yosun ütopyanın malı), suyunu ve ışığını sadece yaprağından alarak ve hemcinslerine sımsıkı sarılarak binlerce yılda bir halı şeklinde kolonileşebilmişler.

İnsan İzlanda’da doğanın gücüyle tanışıyor. En sert rüzgar, en soğuk deniz, en aktif yanardağlar, en aktif fay hatları, en öngörülemez hava koşulları bu adada buluşmuş. Ama havanın, suyun ve toprağın en temizini; insanın en dayanıklısı ve en misafirperverini üzerinde barındırmış. İşte bu nedenle bu ada Ütopyanın bir parçası olmalı. 

Dilerim ki, her neden sıkılmış ve usanmış olursanız olun; hangi toplum kuralından ve baskısından sıtkınız sıyrılmış olursa olsun hayallerinizin ütopyası bir gün bir halı gibi ayaklarınızın altına serilsin ve gönlünüzce üzerinde dolaşın. Bir taraftan da, sizin için ve size en uygun toplum düzeni ve yaşam şeklini hayal edin. Tarif edilmez bir duygu....